Gülen Erol; Bu Sabah Mutluluğa Aç Pencereni, Bahar Geliyor!

Yaşamı anlamak için geriye bakmak gerekir. Yaşamak için ise ileriye bakmak. İşte bir bahar daha, bir uyanış daha ve gerçekleştirilecek bir sürü hayalle gelen uyanış.

İlkbahar, evet her ne kadar uyanışta desem doğanın bir döngüsü var bu döngü nasıl başlar; Bahar veya ilkyaz, doğa döngüsünde kış ile yaz arasındaki mevsim. Kuzey yarım kürede 21 Mart ve 21 Haziran arasıdır. İlkyaz, kıştan sonra ve yazdan önceki dört ılıman mevsimden biridir. Baharın çeşitli teknik tanımları vardır ancak terimin yerel kullanımı yerel iklime, kültürlere ve geleneklere göre değişir. Kuzey Yarımküre ‘de bahar olduğunda, Güney Yarımküre ‘de güzdür veya tam tersidir. İlkbaharda, ekinoks, günler ve geceler yaklaşık on iki saat sürer, mevsim ilerledikçe gündüz uzunluğu artar ve gece uzunluğu azalır. 
İlkbahar mevsime ve yeniden doğuşa, gençleşmeye, yenilenmeye, diriliş ve yeniden büyüme fikirlerine çağrışım yapar. 
Bu çağrışım her baharda yaşamı anlamak için olsa efsane olmuş Mitolojik Küllerinden Yeniden Doğan: Zümrüdü Anka Kuşu öyküsüne götürür. 
ZÜMRÜDÜ ANKA KUŞU
Efsaneye göre kuşların hükümdarı olan ve Kaf Dağı’nda yaşayan Samurg bilinen adıyla Zümrüdü Anka Kuşu, Pers mitolojisinde ortaya çıkan ve zaman içerisinde doğudaki hikâye ve efsanelerde de yer almaya başlayan bir kuştur. Türk Mitolojisinde ise "Anka Kuşu" veya "Tuğrul Kuşu" olarak anılan bu kuş yabancı kaynaklarda ise "Phoenix" olarak geçmektedir. Adını sıkça duyduğumuz, birçok kültürde yer edinmiş efsanevi kuş Zümrüdü Anka Kuşu popüler kültürde; yandıktan sonra küllerinden yeniden doğması ile bilinir. Efsanelere göre Zümrüdü Anka Kuşu Kaf Dağı’nın tepesinde Bilgi Ağacı’nda direkleri abanoz, sandal ve öd ağacından yapılmış köşke benzer bir yuvada yaşarmış. Her şeyi bilirmiş ve bu yüzden kuşlar ona ne danışırlarsa çözüme kavuşturacağına inanırlarmış. Aynı zamanda Zümrüdü Anka ne zaman öleceğini de bilirmiş. Öleceğini anladığı an ağacın kuru dallarıyla kendine bir kafes örer daha sonra kafesin içerisine girerek Güneş’in kavurucu ateşiyle alev almayı beklermiş. Tamamen küle dönüşene kadar yanar sonra tekrar küllerinden doğarmış.
Günlerden bir gün bir kuş sürüsü başlarına gelen olaylarla ilgili Anka Kuş’undan yardım istemek isterler. Fakat onu daha önce kimse görmediği için ne yapacaklarını bilemezler. Günlerce Anka Kuş’unun gelip kendilerini kurtarmalarını beklerler. Tam pes etmek üzereyken ülkenin birinde Anka Kuş’unun kanadından bir tüy bulurlar. Hep birlikte Kaf Dağı’nın zirvelerine giderek Anka Kuş’unu bulmayı planlarlar. Ancak yolculuk onlar için zorlu bir süreç olacaktı. Çünkü dağa ulaşmak için 7 vadiden geçmeleri gerekiyordu. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar Nefse Vadisi’ni geçerken pes etmişler. Kuşların kimisi de Aşk Vadisi’ne dalmış, kalmış. Cehalet Vadisi’ne gelmişler. Burada artık akıllarında yer kaplayacak diye hiçbir şey düşünmemeye başlayanlar olmuş. Sürüden kopmalar devam ederken İnançsızlık Vadisi’ne girdiklerinde birden her şey anlamını yitirmiş. Simurg’u bulmanın hiçbir şeyi değiştirmeyeceği inancına kapılanlar olmuş ve dönmüşler. Yalnızlık Vadisi’ne geldiklerinde ise kuşlardan bazıları o vadiye sadece kendileri ulaşmış gibi bir hisse kapılmışlardı. Bu vadiden de dönenler olur. Kalanlar ise güçlerini birleştirerek bir sonraki vadiye doğru yol almaya başlamışlardı. Dedikodu Vadisi’ne geldiklerinde ise vadiden fısıltı sesleri yükselmiş. En arkadaki kuş bir fısıltı duymuştu. Fısıltı ona Anka Kuş’unun yeniden doğarken tüylerinin yandığını söylemişti. Hemen bunu bir öndekine aktarmıştı. Bir diğeri, tüyleri olmadığı için hırçınlaştığını herkese saldırdığını söylemişti. Bu söylentiler kuşlar arasında böyle sürüp gitmişti. İnananlar kalmış, inanamayanlar yollarına devam etmişlerdi. Bütün kuşların Ben Vadisi’ne girer girmez, içlerinde değişik bir his uyanır. Kimi diğer kuşun kanadını eleştirmeye başlar, bir diğeri her şeyi bildiğini iddia eder. Hepsi en önde lider olmak ister, öne geçmek için birbirlerini ezip dururlar. Ta ki vadiden çıkana, “Ben”den uzaklaşana dek… Nihayet vadiden Kaf Dağı’na vardıklarında, dünyadaki bütün kuşlardan geriye sadece 30 tanesi kalır. O anda Zümrüdü Anka kuşunun “otuz” demek olduğunu öğrenirler. Kalan kuşların hepsi Simurg’tur. Kurtarıcı, bilge, mükemmel kuş; bu yedi vadiyi geçen kuşların tamamıdır. 30 kuş anlar ki aradıkları kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.
Dünyamız kışa veda ederken aynı zamanda bu veda faslı, içinde birçok hatırayı barındırır (eğer veda varsa -kavuşmak da vardır) …… Sayısız umutlarla kuşların zikriyle, kumruların hu hu’ suyla gözünü açtığın ve uyandığın her bahar sabahı ne büyük bir nimet. İşini gücünü bırakıp da bu güzelliğe bir an olsun merhaba demeli, ona odaklanmalı insan. Doğanın bu kendinden geçmişçesine bir anda silkinip güzelleşme haliyle göremediğim, kaçırdığım şeyler vardır diye içinize bir merak düşse, kim bilir neler neler göreceksiniz bu sabahlarda. Ey sokaktaki dört patili canlar, ey daldaki serçe, ey gökteki beyaz bulut, hepiniz sakinlik ve esenlik içindesiniz. Biliyorum ki doğanın gücü karşısında Allah’ın ayetlerini sessizce söylüyorsunuz. Ey dört mevsimi, kendisinde gördüğüm meyve sebze, hoş geldin kahvaltıma yaratan dan  bir mektup bildim seni, açtım  içindekini, gördüm o mini minnacık çekirdekte neler gizlendiğini. Her çekirdekte, yediğimiz meyvenin sebzenin devam edeceği müjdesi saklı. Üzülmeyin, arkası var gelecek, merak etmeyin diyor bize. Nasıl insan yakın olmaz, yaradana. Verdiği bunca nimet için hamd etmez …

Bir bahar sabahın da güne başlayıp hayata karışmak için üzerimdeki kalın giysilerden yavaş yavaş arınıp efil efil giysilerle hayata karışmanın zamanı geldi. 

Ya dünyamız, bütün bu mevsimler. Bulutlar, telli kavak ve ne güzel insan yüzü ve Ankara. Bir sabah böyle güzel duygularla uyanmak, Doğa ve doğanın gücünü görünce her yanının baştan sona yaratanın gücüyle dolu olması onun namına bakmak ne güzel. Göreceğimiz daha çok şeyler var bu dünyada. Yeter ki içimiz güzel olsun.

Bu ne güzel haldir dostlar…
Uykuda değilim.  Uyanmışım, hayretteyim…
Böyle uyanmak ne güzel her sabah…
Kalplerimizi de uyandırsın yaratan …
Ah ki ne ah gönlüm, hayatımızın her demi, keşke böyle güzel olabilse… Ne güzellikler gördü bu gönül gözlerim… Bugün ve bu bahar da ayrı bir nasip var. Doğanın gücüne şöyle bir bakınca yaratanın gücü sevdası gönlümü sardı mı akıl konmuyor başım da.
Gizli gizli gözyaşlarını siliyor insan. Ümit tohumları ekiliyor içime. Gözyaşı her zaman yanaktan akmaz ya, bazen de içten içe akar. Yaratan bilsin yeter…
Bir güzellik diğerine eriştirir.
İnsanlar bu vakitlerde kalplerinin içinden yükselen sesi dinlediler mi, tüm kalpler ortak bir noktada birleşir.
Sevda ateşi yüreklerde yerleşir. Yanar tutuşur.
Geceleri yıldızları seyreden bu gözler, gündüzleri maviliğin içinde yüzen güzellikleri seyre başlar.
Bereket yüklü başaklar, yarınların rızkının hazırlığıydı bu vakitler.
Şimdi tarlalar, bahçeler de uyanıyor yağmuru; göklerden gelecek rahmet yüklü hediyeleri bekliyor.
Gökler kimin ise, yerler de onundur. Toprak kimin ise, içindekiler de onundur. Kalp bunları hisseder, görür, anlar.
Gönül gözüyle bakınca, her şey güzel olur sabahlarda baharlarda…
Ağaç dalların da tomurcuklanmış çiçekler doğuma hazır. Böyle de bir güzellik saklı ilkbaharda. Çiçek çiçek her yer yeniden süslenecek. Ölmeyeceğiz, size daha çok dersler vereceğiz diyorlar.
Görmek istediğiniz sabahlarda, bizler sizin tek ayak üstünde duran en yakın dostlarınızız diyorlar.

 Herkesin bir sözü ve duası var.
Benim de de dualarım var. Bu sabah hayata katacağım dualarım var.

Evet, bir çocuk safiyeti içinde inanmak ne güzel.
Gözlerin de dillerin de nasibi var. İnanmak gerek. Fazilete, iyiliğe, güzelliğe, yarınların daha güzel olacağına inanmak gerek.
Yaratanın yarattığı güzellikleri muhabbetle seyre dalmak ne güzel. Uyanın insanlar, uyanın dostlar. Mesut olmak için çok sebep var.
Bizim için çok nasipler var bu vakitlerde. Bu vakitleri kaçırmayalım. Bütün insanlar için edeceğimiz dualar var.
O kocaman kalplerin içine yerleşecek nice muhabbetler var. Kâinat dolusu dilekler, dualar var.
Çekirdekte ağacı saklayan yaratan kalbimizde de neler saklıyor kim bilir, neler… Sadece bedenler değil, kalpler de uyanmayı bekliyor.
Yeryüzü ilahi rahmetin coşkusuyla güzel.
Dünyadaki günübirlik işlere karışmadan önce ilk ibadetimiz bu olsun.
Bu sabah pencereden bakıp, bir ağacı seyredip, bir kuş ile selam göndermek kutlu diyarlara, hepimiz için fırsat şu güzelim sabahlarda…
Kalbimizi açabilsek, içine kocaman bir dünya girecek.
Kalbimiz ilahi neşeyle dolacak, içimizde hiç solmayan çiçekler açacak. Dokunduğun yerler seninle yeşerecek. Bir bakış bu dünyaya yetecek .
Baharı beklemeye gerek yok.
Her sabah bir bahardır.
Senin kalbin bir çiçek gibi açmışsa, her sabah bahardır.
Şimdigönlünün meyvelerini deste deste derme vaktidir.
Herkes kendi kalbinin çiftçisidir.
Hasadımızı yapalım, çiçeklerimizi derelim bakalım.
Kalbimizin payına düşen ne?